Sohbet

29 Kasım 2012 Perşembe

1992 Kemal Sunal İle Röportaj

1992 Kemal Sunal Ölmeden Önceki Son Röportajı Ve Konuşmaları


 







Türk sinemasının en büyük komedi sanatçıs
ı Kemal Sunal öleli 12 yıl oldu. Biz de arşivlerden 
1985 yılında o dönem ses getiren bir röportajını yayınlıyoruz.

Türk Sinemasının güldüren adamı Kemal Sunal 3 
Temmuz 2000 yılında aramızdan ayrıldı. Türk basınının usta röportajcısı 
Yener Süsoy da bugün aramızda değil.
İşte o röportaj:
Sayın Sunal, söyleşimize, nerede doğdunuz, nerede 
büyüdünüz gibi bir klasik soru ile başlayalım.
- Evet... 1944 yılında İstanbul'da doğdum. İstanbul'un 
kenar semtlerinden biri olan Küçükpazar'da... Küçükpazar, 
Vefa'nın altındadır. İlkokulu aynı yerde, Mimar Sinan 
İlkokulu'nda okudum. Orta ve lise öğrenimimi Vefa Lisesi'nde
 tamamladım. Vefalıyım yani...

Kaç yıllarında bitirdiniz?
- 1966 mı, 67 mi, tam şimdi kesin bilemiyorum. 
Bir ara, Vefa Lisesi'nin en eski adamıydım. Çünkü
 her sınıfı iki senede geçtim. Bir tek yıl, kalmadan 
geçebildim. Ama bu, benim tembelliğimden, 
salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 
kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, 
beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi 
haylazlıktı tabi... Vefa'yı işte, böyle zar zor şartlar 
altında bitirebildim. Liseyi bitirirken, amatör tiyatro 
çalışmaları başlamıştı. Lisenin temsillerinde oynuyordum,
sahneye koyuyordum. O sıralarda Akşam Gazetesi, liselerarası
 bir yarışma açmıştı. Orada, "Harput'ta Bir Amerikalı"yı oynadık.
 Lisem ve ben, çok ilgi çekmiştik. Ama o sıralarda, Kenterler'de 
profesyonel tiyatrocuydum. Ödül bize verilecekti ama, benim 
profesyonel olmam dolayısıyla vermediler. Benim yüzümden 
lisem kaybetti. Bunu hiç unutamam.
Yüksek öğrenim yaptınız mı?
- Liseyi bitirdikten sonra, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler 
Yüksekokulu'na kaydoldum. İki sene okudum. Askerken, "Gelin
 ilk kaydınızı yenileyin, affa uğradınız" diye bir yazı 
geldi. Gidemedim, ondan 
sonra kaydım silindi. Tiyatro yüzünden imtihanlara 
giremedim, gidemedim ve bu tahsili yarım bırakmış oldum.
Vefa Lisesi'ndeki öğretmenlerinizle hala görüşüyor musunuz?
- Her sene bizim "Boza Günü"müz yapılır. Ona hep 
giderim. Hayatta olan hocalarımız da gelir. Görüşüyoruz, ellerinden
 öpüyoruz. İnsan çok heyecanlanıyor, çok duygusal bir gün...
Vefa Lisesi'nde bunca haylazlık dolu günlerden 
unutamadığınız bir anınızı anlatsanız...
- Yener Bey, bizim sınıfımız enteresandı. "Edebiyat-A" dedin mi, dur. 
Her ders sonunda, teneffüs zili çaldığında tuvalete gidip sigara içerdik.
 Öteki ufak sınıflarda okuyanlar, tuvalette etrafımızı çevrelerdi. Bir 
hadise oldu mu, bir şey yaptık mı, bir komik durum var mı, diye
 beklerlerdi. En çok da bunu, benden beklerlerdi. Bir olay soruyorsunuz.
 Her ders bir olay vardı.
En samimi arkadaşlarınız kimlerdi?
- Lisenin boza günü buluşuruz. Mesela Korsan Cevat. İsme bak... 
Kavanoz Erdal, Adnan, Taner, Gogo Cavit... Onların da hepsi, şimdi iş güç sahibi.
Okuldan kaçtığınız zamanlar, neler yapıyordunuz?
- Sinemaya gidiyorduk... Şehzadebaşı o zamanlar çok renkliydi
. Kulüp sineması vardı. Ferah, Turan sinemaları vardı. Yeni Sinema en
 lüks haliyle vardı. Kulüp Sineması'nda, topluca kaçtığımız için yoklama 
yapardık. 11 matinesinde show da vardı. Sonra film oynardı. Tam ekip, yerimizi alırdık.
Sınavlarda kopya çeker miydiniz?
Çekerdim, ara sıra... Bazen kitabı olduğu gibi sıranın üstüne koyup, çekerdim. Çok komik... Bir keresinde, kitabı resmen sıranın üstüne çıkardım. Hoca bağırdı, "Kaldır oğlum, ne yapıyorsun?" Ben de , aleni çekiyordum demek ki...
Aile içi ilişkiler nasıldı, Kemal Bey?
- Efendim, biz üç kardeşiz. En büyükleri benim. Üçümüz de
 erkeğiz. Cemil ve en küçüğümüz Cengiz. Cengiz'le 13 yaş aramız var. 
Biri mali müşavir, öteki mühendis.
Dayak yer miydiniz?
- Babamdan iyi dayak yerdim. Bakın bir şey söyleyeceğim; bizim
 haylazlığımızın dışında sağlam yapımız vardı. Hocalarımız, hala bizi
 özlediklerini söylerler. Bizden sonra gelen nesli, bizi okutan hocalar 
beğenmiyorlardı. "Kulağını çekiyorum, ağlıyor" diyorlardı. Biz maşallah
, iri kıyım adamlardık... "Baba" dediğimiz talebeler vardı. Şimdikiler minnacık...
 Biz iyi yetiştik. Belli saatten sonra sokakta kalamazdık, oynayamazdık. Babamızı 
gördüğüz zaman eve kaçardık. Top oynadığım zaman dayak yerdim babamdan..
. Adamcağız, yeni ayakkabı almış, gidip top oynuyorum. Ayakkabıyı parçalıyorum 
tabii... O da beni parçalıyordu.
Ekonomik durumunuz nasıldı, para sıkıntısı çektiniz mi?
İyi değildi. Babam Migros'tan emeklidir. Yaz tatillerinde 
ayakkabı, kitap parasına yardımcı olmak için çalışırdım. 
Mesela elektrikçi yanında çıraklık yaptım. Emayetaş Fabrikası'nda çalıştım.
Oralarda da haylazlıklar devam etti mi, böyle 
ilginç bir anı rica etsek.
- Elektrikçi çıraklığım enteresandı. Belli bir süre sonra, 
110 volt elektriği ellerimle rahatça tutabiliyordum. Yanıma
 o sırada bizim arkadaşlardan biri geliyordu. Öğrendik ya, 
elektrikçi olduk ya... Arkadaşımı elektrik yüklü olarak tutardım. 
Havaya fırlardı. 100 bir şey yapmaz. Öldürmez yani, 220 öldürür. 
Şimdi tut deseniz tutamam. Sakın öyle bir şey yaptırmayın bana. 
Yener Bey, deminki sözlerime şöyle devam etmek istiyorum; ailemiz 
bütün cahilliklerine rağmen bizi çok iyi yetiştirdiler. Şimdiki çocuklar 
tabii harika... Evde televizyon var, video var, her şey var. Biz hiçbir şey 
bilmiyorduk, etmiyorduk. Sokakta bilye oynamak, top oynamak, hepsi bu...
 Belli bir yaşa kadar, itfaiyeden bile korktuk. "Çan çan" geçiyor, nedir bu diye
 insan korkuyor... Her zaman görmüyorduk ki... Şimdi benim çocuklarım da,
 öteki çocuklar da her şeyi tanıyorlar...
Çocukluğunuzda yokluğunu en çok çektiğiniz
 şeyler nelerdi?
- Her şeyin yokluğunu çekiyorduk. Ama işte o yokluklar, Kemal Sunal'ı 
yarattı. Daha nice Kemal Sunal'lar yaratmıştır. Sadece sanatta değil, ekonomide,
 iş sahasında nicelerini... Ben tek değildim, o devrin insanları hep böyle yetişti. 
Benim çocuğum, ileride beni beğenmeyecek. Gittikçe kültür seviyesi yükselecek, 
bunu kimse durduramaz. Bir de, galiba belli bir sıkıntıdan gelinince bir yere ulaşılıyor
. Bize bayramdan bayrama elbise alınırdı. Biz o bayram sabahını, bitmeyen gecelerle
 çekerdik. Sabahın köründe, sırf onları giymek için kalkardık. Başucumuzda dururdu zaten.
.. Çok güzel şeylerdi bunlar... Şimdi tatminsiz çocuklar var. Çünkü her şeyi bayramdan
 önce elde ediyorlar. Yeni bir şeyi başının ucunda tutan var mı? Galiba 
onlarmeselelerini halletmişler.

Kemal Bey, şimdi de, tiyatroya girişinizden söz edelim.
 Özellikle yeni kuşak, sizin eski bir tiyatrocu olduğunuzu 
bilmez. İlk elinizden tutan kim oldu?
- Lisede okurken, amatör çalışmalarda bulundum. Çok süründüm
. Ailem bana asla karşı çıkmadı. Ben herkes gibi, bu işe 6 yaşında
 filan başlamadım. Bende bir yetenek görülüp keşfedilmedim. Ben 
biraz geç başladım. Değişik amatör topluluklarda çalıştım. Profesyonel 
olduktan sonra da cebimizden 25 kuruş düşse, eve gidemiyorduk. Çeyrek
 ekmeğin arasına peynir yahut helva koyup yiyorduk. 1966 yılında profesyonel
 oldum. Vefa Lisesi'ndeki öğretmenim sayesinde. Benim oyunculuğuma ve 
çabalarıma güvenen, Belkıs Balkır adlı felsefe hocam vardı. Müşfik Bey'i tanıyormuş.,
 Elimden tuttu, beni götürdü. O gün işe başladım, profesyonel oldum.
İlk rolünüz neydi?
- Fadik Kız piyesiydi. İki-üç tane değişik tip oynuyordum. 
Bir tanesinde sahnenin bir başından girip, öteki başından 
çıkıyordum ve alkış alıyordum.

Kenterler'de ne kadar maaş aldınız?
- 150 lira maaş verdiler. Kenterler'de daha sonra "Deli 
İbrahim"de oynadım. O zaman maaşım 300 lira olmuştu. 
Sonra ayrılıp Ulvi Uraz Tiyatrosu'na geçtim. 4 sene orada 
sahneye çıktım. Aksaray Küçük Opera'da, Arena'da bir sürü 
rolde oynadım. Orhan Kemal'in "İspinozlar"ında Taşkasaplı tipini oynuyordum.
 "Bekçi Murtaza"da ilk perdede, Murtaza'nın karşısında bir bekçiyi, ikinci perdede
 de bir kahveciyi oynuyordum. Ulvi Uraz'dan sonra bir senelik Ayfer Feray 
Tiyatrosu var
. Sonra Devekuşu'na katıldım. Filmciliğe başlayıncaya kadar orada kaldım. 
Film, tiyatro provalarına engel oluyordu. Aksatmaya başlayınca, bırakmamın
 daha iyi olacağını düşündüm. Devekuşu'ndan ayrıldığım zaman 1500 lira maaşım vardı.
Kemal Bey, tiyatrodan sinemaya sıçramanız 
nasıl oldu, sizi kim keşfetti beyazperde için?
- Zeki Alasya benden bir önce "Sev Kardeşim"le 
sinemaya geçmişti. 
Ertem Eğilmez'i tiyatroya davet etmiş. 
Galiba, "Dün-Bugün"ü oynuyorduk
. Ertem Bey geldi, piyesi seyretti. O arada filme
 başlayacaklar. Zeki ile Metin'in rolü 
tamam. Benim filmde bir işim yok. Tarık Akan o 
filmde basketbolcuyu oynuyordu
, yanına uzun boylu adamlar lazımmış. Bu uzun
adamların tiyatrocu olmalarının, 
daha iyi olacağı düşünülmüş. Şehir Tiyatrosu'ndan da birçok 
kişi çağrılmış. Ben de uzun boyluyum diye, Ertem Bey beni de
 çağırdı. "Tatlı Dillim" filminde, Tarık'ın yanında basketçi gençlerden
 birini oynuyordum. Sonra Ankara'da turnedeydik. Film, geç kaldığı için 
İstanbul'a giremedi, ertesi sezona bırakıldı. Yıl 1972... O sırada, Balıkesir'den
 bir grup arkadaşım Ankara'ya geldi. Oyunu seyrettikten sonra, "Senin film 
oynuyor, çok gülüyorlar sana" dediler. "Hangi film?" deyince "Tatlı Dillim"i
 söylediler. Balıkesir ve civarında oynuyormuş. Film işletmeye verilir, işletmeci
 isterse kış sezonunu beklemeden oynatabilir. Ben arkadaşlarıma inanmadım. 
Ama bir taraftan da, güzel bir heyecan duydum. Karışık bir duygular.
Bu filmi İstanbul'da mı seyredebildiniz?
- Sene oldu tabii, sezon açıldı, Saray Sineması'na geldi. 
İlk gün en arkaya gittim, oturdum. Perdede 8 kere ancak
 gözüküyorum. Her görünüşümde salonda kıyamet koptu.
 Suratımı görür görmez büyük alkış ve gülmeler... Lafları duymuyorlardı..
. Suratım, enteresan geldi seyirciye... Sıcak ve kendinden biri buldu sanıyorum
. O zaman şöyle arkama yaslanıp, "Bu iş tamamdır" dedim.

Bundan sonra şöhret yoluna tırmanışlar nasıl gerçekleşti?
Zeki, Metin ve ben birlikte oynadık. İki film sonra, "Salak Milyoner",
 "Köyden İndim Şehire"ler yapıldı. Rollerim hemen büyüdü.

Sizin "salak" tipi nasıl ortaya çıktı?
- İlk filmdeki basketçi, salak bir tipti zaten...
 Duruşuyla, konuşmasıyla, mimikleriyle... Salaklık oradan başladı, gidiyor...

S
ayın Sunal, sinemadaki başarınızın sırrı nedir? 
Tiyatro ile sinema arasındaki köprüyü nasıl kurdunuz?
- Genelde baktığımız zaman, tiyatrocuların çoğu 
sinemada başarılı olamamıştır. Bir Kemal Sunal hiç 
olamamıştır da, daha altta bir yer de kendine bulamamıştır.
 Tiyatro oyunculuğu ile sinema oyunculuğu bambaşka şeyler.
 Ben bunu ilk baştan keşfeden oyuncuyum. Keşfettiğim için yürüdü gitti.
.. Dünya sinemasında da, bizde aynı olan şöyle bir durum var. Özel
 hayatında yahut tiyatroda çok komik olan tipler, sinemada başarılı
 olamamışlar. Kamera başka türlü bir şey... Ben özel hayatımda soğuk 
bir adamımdır. Ama filmlerimde, perdeye müthiş bir sıcaklık geçiyor.
 O sıcaklık halkla bütünleşiyor. Bazı tiplere bakıyorum, hem tiyatro 
oyunculuğunu atamıyor, hem de o sempatikliği perdeye geçmiyor.
Sizdeki sihir ne?
- Bende sihir falan yok. Özel bir şey yapmıyorum.
 Bir kere, Allah vergisi, çok güzel bir suratım var. 
İkincisi de, yetenekli oluşum galiba!
Kendinizi komik buluyor musunuz?
-
 Kendime çok nadir gülerim. Güzel bir şey 
yakalamışsam gülerim. Bazen komik buluyorum kendimi...
 Yener Bey, ben özel hayatımda çok az konuşan, çok soğuk bir adamım.
Film çevirmeden önce, kendinizi hazırlıyor
 musunuz, konsantre olmak gibi alışkanlıklarınız yok mu?
- Hayır, hayır. Öyle şeylere inanmıyorum ben...
Kaprisleriniz?
- Zannetmiyorum kaprisli olduğumu. Yalnız 
çok titizimdir. İşimi çok severim. Çok tertipli 
adamımdır. Bu tertibim bozulduğu zaman sinirli
 olurum. Hiçbir zaman sete giderken bir kostümümü,
 aksesuarımı unutmuş değilim. Makyaj malzemem de
 dahil, hepsini yanıma alırım. Sete hiçbir şeyi teslim etmem. 
Kimseye güvenmem.
 Hatayı ben yaparsam, kendime de sinirleniyorum. Evde de 
öyledir... Çalışma odamda, hangi gözde ne var, ne yok, iğneden 
ipliğe hepsini bilirim. El değdiği zaman hemen farkına varırım.
 Kıyamet kopar, çok sinirlenirim. Bunlar herhalde kapris değil... 
Konsantre oyunculuğa inanmam dedim. Çünkü onlar, devamlı
 yanlış yapan oyunculardır. Tiyatroda da böyledir, sinemada da... 
Tiyatroda oynar, seyirciyle kendi arasında buzdan bir perde vardır. 
Ne seyirciye kendi sıcaklığı geçer, ne kendisine seyircinin sıcaklığı...
 Oyunu oynar, bitirir gider...
Şaban sizin adınızın önünde gidiyor. 
Bu Şaban nereden çıktı?
- Hababam Sınıfı'nda "İnek Şaban" rolünü 
oynuyordum. Üç tane filmde oynadım. Şaban adı 
oradan kaldı, hala da devam ediyor.
Yolda sizi gören hayranlarınızın size Şaban 
diye seslenmelerine kızmıyor musunuz?
- Şaban diyorlar, İnek Şaban diyorlar... Eskileri hatırlayanlar
 Salako diyor... Kesinlikle kızmıyorum. Hatta hoşuma gidiyor.
Şaban daha ne kadar gidecek, kendinizde bir
 yenilik yapmayı düşünmüyor musunuz?
- Yener Bey, bundan sonra filmlerde "Şaban" adın
ı koymasak bile, değişen bir şey olacağını zannetmiyorum.
 Millet 'Şaban' olarak biliyor. Bu yıl, firma yanlışlık yaptı. Film adım Niyazi..
. Adının "Atla Gel Niyazi" olması lazım. Afişler, lobiler hepsinde "Atla Gel Şaban"
 oldu. Seyircilerden bir kişi çıkıp da, filmdeki adın Niyazi, afişte Şaban, demedi. 
Farkına bile varmadı... Kemal Sunal'ın adı, Niyazi olsa ne olur, Şaban olsa ne olur...Eskiden filmlerinizde hayli küfürlü sahneler
 var diye eleştiri aldınız. Şimdi bunlar yok galiba?
- O eleştiriler, bazı basın mensuplarından geldi. 
Bu olayı, çok abartarak, yazıp çizdiler.
Siz aksi görüşte misiniz, küfürlü konuşmuyor muydunuz?
- Küfür ediliyordu. Dört seneden beri küfürlü,
 argo lafları bıraktım. Artık bir tek kelime bulamazsınız.
 Ama, o basın mensupları bunu yazarken sırf Kemal Sunal'ı 
yazıp, çizdiler. "Meyve veren ağaç taşlanır." Kemal Sunal'ın "Eşşoğlueşek"
 sözü, bana göre kimseye batmıyordu. Şaban bu kelimeyi çok güzel söylüyordu. 
Yolda kadınlar beni çeviriyordu. En başı kapalısından, en kürklüsüne kadar... "
Bir kere eşşoğlueşek de, ne olur" diye... Yolda oluyor bunlar... Halka göre bu 
kelime küfür değildi. Birkaç filmde küfür vardı, doğru, onları kaldırdık. Onlar 
da niye vardı? Anadolu filmiydi. Benim Anadolu insanım da öyle konuşuyor yani...
 Özellikle koymadık ki onları...
Filmlerinizi, çocuklar da seyrediyor. 
Onların böyle sözleri öğrenmeleri doğru mu?
- Doğru, haklısınız. Ben de hemfikirim. Ama bizim
 halkımız kızdığı zaman "eşşoğlueşek" der. Bu, küfür
 değil. Şimdi bir buçuk yaşındaki çocuk da bunu biliyor
. Bu, Türk halkının kızdığı zaman kullandığı bir kelimedir
. Şimdi bunları hiç kullanmıyoruz. Bizim bunlara ihtiyacımız 
olmadığını göstermek için kullanmıyoruz.
Ne demek oluyor bu?
- Efendim, zannediyorlardı ki, Kemal Sunal'ın 
filmleri, küfürle iş yapıyor. Hiç ilgisi yok. Bunu 
da ispat ettik. Haa. Bunun yanı sıra neden yalnız 
ben yani... Hatta aşk filmlerinde ne tablolar vardı. 
İki sevgili oynuyor. Biri ötekine "pezevenk" diyor, öteki ona
 "orospu" diye cevap veriyor. Onlar ciddi olarak kullanıyor bu
 sözleri. Sade benim bunları kullanmamamla iş hallolmuyor. 
Evimde kaset seyrediyorum, hala devam ediyor küfürler... Ağzı 
açılmadık küfürler var. Niye yalnızca Kemal Sunal yani?
Çocuklar sizi çok seviyor.
- 3 yaşından 103 yaşına kadar çoluk, çocuk 
herkes Kemal Sunal'ı seyrediyor. Sinema salonları çocuk bahçesi gibi.

Oğlunuz Ali, sizin filmlerinizden hoşlanıyor mu?
- Hiç kaçırmaz, filmlerimin hepsini seyreder.
 Evde videoda değil, sinemada seyreder. Yalnız bazen
 sinirleniyor. Şaban lafına biraz kızıyor, neden bilmiyorum.
 Bir de, filmde beni başkası döverse kızıyor. "Niye sen onu
 dövmüyorsun?" diyor.
Sinemaya getirdiğiniz bir değişik tavrın 
olduğundan söz edebilir misiniz?
- Bazı şeyleri yıktık, zamanında... Antalya Film
 Festivali'nde "Kapıcılar Kralı" filmiyle "en iyi erkek 
oyuncu" ödülünü aldım. Antalya'da ve Türk sinema 
tarihinde böyle bir şey yok. Komedyene değil, bu ödü
l hep jönlere verilmiş. İlk defa ben yıktım o sistemi. Sonra
 Sinema Yazarları Derneği'nin ilk ödülünü, yine aynı filmle 
ben aldım. Ondan sonra da başarılı filmler yapmadım değil, 
ama festivallere göndermedik. O nedenle başka ödül çıkartamadık.
Filmlerinizde, kendi yaşamınızdaki olayları 
da perdeye getiriyor musunuz?
- Bizim Vefa Lisesi'ndeki bazı şakalarımızı "
Hababam Sınıfı" filmlerimize getirdik.
Sayın Sunal, sinemada kendinize rakip 
olarak kimleri görüyorsunuz?
- Şu anda, hiç kimseyi rakip olarak görmüyorum. Girip, çıkanlar
 oluyor, olacaktır da... Kemal Sunal'ı yenmek için arayacaklardır.
 Onlar öyle düşünüp, söylüyorlar. Halbuki yanlış... 50-60 firma var
, ben hepsine cevap veremiyorum. Daha beş tane gelsin, hepsini
 idare eder. Ben senede dört tane film çekiyorum. Özellikle birkaç 
senedir, tek geçerli olan da, Kemal Sunal...
Bu başarı grafiğini daha ne kadar sürdürebileceksiniz?
- Gönlüm, çok uzun devam etmesini istiyor ama,
 bilmiyorum. Ben türümde bir değişiklik yapmayı
 düşünmüyorum. John Wayne, 70 yaşında kovboy
 oynuyordu. Halkı şaşırtmaya lüzum yok. Amacımız
 güldürmek. Halk da bunun için geliyor. Belli bir ekonomik 
bunalımda zaten... Kendini unutmaya geliyor. Hani bir kesim vardı,
 "Aman Türm filmi seyretmem" diyen... Onlara da, ben Türk filmini
 seyrettirdim, sevdirdim. Hala da seyrettiriyorum.
İlyas Salman ile Şener Şen için görüşleriniz nedir?
- Hepsi benim arkadaşım. Şener Şen, iyi oyuncudur,
 kabiliyetlidir. İlyas Salman'ın başarısı bu kadardır. 
Bundan ileriye gidemez. Sert bir suratı var. Şener'le
 beraber oynuyorduk. Benim bir sürü filmimde oynad
ı. Açmazcılık yapıyordu. Yani "kavuklu-pişekar" ikilisini
 oluşturuyorduk. Şimdi tek başına bir deneme yapıyor.
 Bilemiyorum, daha onu da göreceğiz. Ama belli mesuliyetleri alıp,
 film yapacağına, ikinci adamı oynamaya devam etseydi bence, 
kendisi için daha yararlı olurdu.
Kemal Bey, sinema, hatta tiyatroya yeni 
yüzler neden gelmiyor?
- Tiyatronun en son adamları ben ve yaşıtlarım.
 Tiyatro için, feci bir durum bu... Konservatuar sened
e üç-beş kişi çıkartıyor. Onlar da meydanda yok. Bunun
 nedeni, bana göre ekonomik. Bizim gibi helva-ekmeğe talim
 eden yok. Millet 20 yaşına gelince, köşeyi dönmeye bakıyor. Bi
r meslek seçip de, onun çilesini çekeyim, ustası olayım diyen yok. Bu 
yerlere gelebilmek için, sıkıntıları çekmek gerek. Sanat dallarında sürünme
 süresi daha uzun olduğu için kimse gelmiyor. Sinemanın durumu da feci. 
Yapımcı ne yapsın, bir film 30 milyona çıkıyor. Parayı bankaya koysa, daha
 fazla faiz alır. Kalan insanlar, senelerdir bu işi yapan, sanatçı yanları olan 
kişiler. Videoculuk bir yandan vuruyor. Bir tek benim filmlerim iş yapıyor.
Sizin bir ünlü yanınız da cimriliğiniz... 
Sizi hemen herkes, belki Türkiye'nin en 
cimri kişisi olarak tanımlar... Bunun aslını bir de sizden öğrenelim.
- Doğru değil, Yener Bey. Bizim insanlarımız da 
dedikoduya bayılıyor. Benim sokağa atacak param 
yok ki, dağıtayım. Yerine göre para harcamasını severim.
O yerler nereleri acaba?
- Mesela, her akşam üzeri iki duble viski içerim. 
Arkadaşlarım varsa onlara da ısmarlarım. Sokaktan
 geçen herkesi toplayıp, para dağıtamam ki... Cimriliğin 
ölçüsü nedir, bilmiyorum ki?

Şu anda Türk sinemasının en çok kazanan kişisi de sizsiniz.
- Öyle diyorlar... Ama değilim herhalde... 
Türk sinemasında senelerdir oturanlar var. Di mi?
Geleceğinizi güvence altına aldınız mı?
- Onu almaya çalışıyorum işte. Ben bittiğim zaman,
 şimdi cimri diyenler, cimri olmasam benim yanımda mı olacaklar?
 Ne yapacaklar benim için? Hiçbir şey... Bir sürü sanatçıyı görüyoruz
. Bittikleri zaman, en yakın dostları bile yanında yok... Onlar da zamanında
 onlara harcamış. Elinde yok, avucunda yok, dımdızlak kalıyor ortada...
Kemal Sunal nelerden sıkılır acaba?
- Çok kalabalık yerden sıkılırım. Fazla araba 
kullanmaktan sıkılırım. Uzun yol olabilir ama, şehir
 içinde çılgına dönüyorum. Beklemekten sıkılırım.

Ya keyiflendiren olaylar?
- Filmimin iş yapması... Oğlum Ali'nin derslerinde
 başarılı olması. Pekiyi, yahut teşekkür alması... 
Arkadaşlarımla, bir yerlerde içki içmek.
Yemek yapmasını bilir misiniz?

- Hayır, asla... Ne anlarım, ne girerim. 
Her yemeği yerim. Sofradan hiç eksik etmediğim
 şeyler su ve karabiberdir. Tuzla aram iyi değildir, hiç sevmem.
Müzikle aranız nasıl?
- Efendim, Halk Müziği'ni çok severim. 
Türk Müziği'ni de, iyi okuyan olursa dinliyorum.
 Sevdiğim türkücüler İbrahim Tatlıses, Belkıs Akkale, 
İzzet Altınmeşe... İyi ses bunlar.
Türk Müziği'nde?
- Zeki Müren, Gönül Akkor...
Sizde hatırası olan bir şarkı var mı?
- Kaç senesiydi bilmiyorum, "Elbet Bir Gün 
Buluşacağız" vardı... Bizim hanımla aramızdaydı...
Eşinizden önce hiç kimseye aşık olmadınız mı?
- Yok, ben pek öyle aşık filan olmadım. Aşık oldum
, yerlere yapıştım gibi olaylarımı hatırlamıyorum
O halde gelelim evlilik konusuna. Eşinizle 
nasıl tanışıp, evlendiniz?
- Ankara'da tanıştık. 1972 veya 73 olabilir... Devekuşu'yla 
Ankara turnesindeydik. Oyunu seyretmeye gelmiş. Beni beğenmiş
. Kaldığımız otelden beni aradı, konuştuk. Sonra ben onu arayıp, 
randevu verdim. Sonra vazgeçtim, gitmiyordum. Münir Özkul abi, zorla gönderdi
, "Hadi git ulan" dedi. Gittim... İşte gidiş, o gidiş...

Ne zaman evlendiniz?
- Bir dakka... Siz de ahret sualleri soruyorsunuz yani... 1975 Nisan..
. Kaçını, maçını sormayın Allahaşkına... 30 Nisan galiba... Beyoğlu 
Evlendirme Dairesi'nde evlendik. Saat 13.30'da... Saatini biliyorum da,
 gününü bilmiyorum di mi? Nikah memuru çok güldü. Adamcağız hemen
 toparladı işi, nikah cüzdanını verdi, gitti... Gülmekten nikahı kıyamıyordu...
Kaç çocuğunuz var?
- 1977'de Ali dünyaya geldi. Ezo adlı kızım da, 
şimdi 1.5 yaşında. Ezo adı, ünlü "Ezogelin" öyküsünden alınma. 
Ali ile Ezo, bir aşk öyküsünün kahramanlarıdır.
Eşiniz, Şaban'ın filmlerini izler, 
eleştiri yapar mı? 
- İyi seyreder. Birtakım eleştiriler getirir. 
Tümüyle beğenip, beğenmediğini de söyler.
O da Şaban'a gülüyor mu?
- Güler... Bazen çok güler...
Giyime, kuşama merakınıza gelelim. Modayı izler misiniz?
- Hayır, böyle bir merakım yok... Spor giyinmekten
 hoşlanıyorum. Kravatı bütün hayatım boyunca birkaç
 kez taktım, nefret ederim. Ceket pek nadir giyerim. Kışın
 gömleğin üzerine kazak giyerim, üstüne de palto. Ceket giymem.

Herhangi bir koleksiyon merakınız yok mu?
- Hiçbir koleksiyonum yok. Böyle bir merakım da yok.
Sinemada en yüksek ücreti siz alıyorsunuz. 
Bunun ne kadar olduğunu sizin ağzınızdan öğrensek?
- Bunu müsaade ederseniz söylemeyeyim. Değişik paralar alıyoruz.

Vergiden korktuğunuz için mi gizliyorsunuz?
- Yoo, hayır... Bu sene, sadece sinema yapıp, en 
yüksek vergiyi ödeyen adam benim. 13 küsür milyon verdim... 
Geçen sene de 9 küsür vermiştim. Sinema sanatçıları içinde 
benden fazla veren yok.
Söz sinemadan açılmışken, beğendiğiniz 
sanatçıların adlarını soralım.
- Kadın olarak Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik... 
Bakınız hala bunlara yetişecek bir kadın oyuncu gelmemiştir.
 Bana göre üçü de aynı değerde... Erkeklerde Tarık Akan ve Kadir İnanır...
Kemal Bey, siz yıllardır milyonları güldürüyorsunuz. 
Siz nelere gülersiniz?
- Aslında çok az gülen insanım. Vallahi çok zor 
bir soru daha sordunuz. Birdenbire insanın aklına 
gelmiyor ki... Düşen birine herkes güler, ben de gülerim. 
Başka öyle somut bir örnek yok.
Afişlerde adınızın yazılmasıyla ilgili sorunlar olmuyor mu?
- İsterlerse benim adımı hiç yazmasınlar. 
İnsanlar, benim adımı en başa yazmışlardır
. Küçük oynadığımız zaman da, adımı yazıyorlardı bir 
yerlere. Ben o zaman, o kişilerden daha fazla güldürüyordum,
 daha fazla reaksiyon alıyordum. Toplu oynadığımız zamandan 
söz ediyorum. Şimdi bu yere geldik, başa yazmaya mecburlar, 
yazıyorlar. Bu, benim problemim değil ki... Türkan Şoray'la oynasam,
 benim adımı hiç yazmasa, yapımcıya açıp sormam bile...
Televizyon seyrediyor musunuz, neleri beğeniyorsunuz?
- Eh, ediyoruz... Televizyonda çok enteresan 
olaylar olmuyor. TRT'nin yapımlarına bakayım 
diyorum, genelde hepsi çok kötü... Türk sinemasından
 film alıyor, benim filmim de olsa, gidiyor nerede en 
kötüsü var, onu seçiyor... Herhalde bu, kendi kötü 
yapımlarının kamufle etmek için... Yani "Sinema da
 böyle, biz de böyleyiz" gibilerinden... Halbuki, sinema
 çok ileride. Bir de müzik, eğlence programları yapıyorlar.
 Ben gülmüyorum. Şarkıcısından, sunucusuna kadar hep 
aynı kişiler... Güldürü unsuru çok az.
Sizce nasıl olmalı?
- Bir kere, sağlam bir tekst isteyen iş. 
Zannediyorum, bunlar herhangi bir metin 
olmadan onu, bunu çağırıp çekiyorlar, araya 
iki de komiklik atarız diyorlar. Böyle olsa bile, 
bir dramatik yapı yakalamaları lazım.
Videoda seyrettikleriniz?
- Artık Ali'den ne fırsat bulursak, onunla birlikte 
seyrediyoruz... Seyretmediğimiz Türk filmi kalmadı.
 Evde çocuk oldu mu, ona uyacaksın. Yoksa her odaya
 bir video lazım. Stüdyo gibi...
Nelerden korkarsınız Sayın Sunal?
- Uçağa binmekten ve deniz yolculuğundan korkarım. 
Köprü benim için çok iyi oldu. Eskiden tiyatrodan çıktıktan 
sonra, birkaç kadeh içip, Kabataş'tan araba vapuruna binerek eve giderdim. O 
zamanlar Metin Akpınar'la beraber çok içiyorduk. 
Geceyarısı giderdim Kabataş'a... Bir arabalı vapuru 
uğurlardım Üsküdar'a... Nasıl gidiyor 
diye bakardım... Gider Üsküdar'a, yenisi Kabataş'a 
yanaşır... Arabalar biner, ben de binerken bir dolmuşçu, "Taksim, Taksim" 
diye bağırır. Ben de atlar, Taksim'e dönerdim, 
korkudan binemezdim. Tam sabah güneş çıkarken, 
sabahın 5'inde, bakarım deniz 
sütliman, o zaman Üsküdar'a geçerdim.
Yüzme biliyor musunuz?
- Hayır, bilmem... Denize girmesini de sevmem. 
Bacaklarımı, arada bir vücudumu sokarım.
Söyleşilerimizde, bir gelenek haline getirdik. 
Siz de, bir mal beyanı yapar mısınız?
- Servet beyanı kalktı Yener Bey. Neyse, anlatayım, 
Göztepe'de halen oturduğum bir evim var. Plajyolu'nda 
eskiden oturduğum bir dairem var. Şimdi kirada... Bir de Bakırköy'de 5 tane 
odası olan bir kat var.. Bir BMW, bir de son Almanya
 turnesinde aldığım 1984 Mercedes 200 Dizel arabam var.
Hangi spor kulübü taraftarısınız, bu da 
pek bilinmeyen bir yanınız?
- Fenerbahçeliyim. Eskiden çok maça giderdim. 
Dolmabahçe'deki her maça giderdim. Hastaydık.
Son filminiz "Katmadeğer Şaban"da punk'çı 
oldunuz. Bu akımın örnekleriyle son Avrupa 
turnenizde karşılaştınız mı?
- Çok gördüm. Punk'çılık herhalde, komplekslerden
 kaynaklanıyor. Kendini ispat etmek, dikkat çekmek
 gibi. Diken gibi saçlar, giyimler dökülüyor. 
Bizde olmaz bu iş. Bizde tutmaz. Olursa da, 
birkaç kişi belli bir çevrede kalıp, hemen yok olur
 gider... Avrupa'da bayağı var...
Eskiden çok içki içtiğinizi söylediniz, ne kadardı ölçüsü?
- Sabaha kadar içerdik. Bir şişe viski, bir büyük rakı...
O zaman sarhoşluğunuz da ağırdı, herhalde?
- Hayır, sarhoşluğa inanmam. Sevmem de... 
Bundan daha fazla içtiğim zamanlar da oldu, ama 
sarhoş olmadım. Öyle film koptu film derler, yalan. 
Alkolün arkasına sığınıyorlar.
Rakı içerken, mezeniz nedir?
- Su veya ayva... Ayva, rakı ve viskiyle şahane 
gider. Bunu ben çıkardım. Bıçakla kesersen 
suyu çıkar. Yıkayacaksın güzelce ayvayı, kaşıkla 
parçalara ayıracaksın. Çok iyi olur. Ayva mevsimi 
gelsin, bir deneyin. Ama sulu, ekmek ayvası olacak. 
Boğazında kalmayacak, lokum gibi gidecek.
Gördüğüm kadarıyla sigara içmiyorsunuz?
- Epeyce içtim ama 2.5 sene önce bıraktım. 
Günde bir paket içiyordum. İradem çok kuvvetlidir.

Sinemaya geçmek isteyenler size de başvuruyor mu?
- Herkes şöhret olmak istiyor, herkes isim olmak 
istiyor. Star olmak arzusu fazla. En zengin işadamlar
ı bile bir bakın neler yapıyorlar. Halbuki kenarda dursa, 
gazetede her gün çıkmasa tanınmaz. Ama Sakıp 
Sabancı'ya bakın, şöhret olmak için neler yapıyor? 
Zenginliği tatmin etmiyor onu. Gözükecek, halk 
tanıyacak. Onun yaptığı şeyleri ben yapmadım
 hayatımda, komedyen olarak. Beni hiç kimse, 
kovboy kıyafetiyle uçaktan inerken görmedi. Sakıp Bey, her denileni yapıyor.
Politikaya atılmayı düşünür müsünüz?
- Hayır, düşünmüyorum, ama iyi tiyatro oyuncusunun 
çok iyi politikacı olacağına inanıyorum. Çünkü, oyuncuların 
en başarılı olacağı dal, politikacılıktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder